TESİD, Elektronik Sanayi İşbirliği Platformu - ESİP Projesi üyesidir.

Dünya’da ve Türkiye’de E-mobilite  (*)

Dünya’da ve Türkiye’de E-mobilite  (*)

Gelişen ve değişen dünyada, ekonomileri daha düşük çevresel etki modeline dönüştürmek için küresel bir arayış uzun süredir devam ediyor. Otomotiv sektörü bu arayışın olağan etkilenenlerinden birisidir. Üretim tesislerinde verimliliği artırmak, motor hacimlerini sıkıştırmak ve kilometre başına tüketimi önemli ölçüde azaltmak, bu yolda her zaman araştırma konuları arasında yeralmıştır. Ancak, karbon salınımını düşürmenin birincil unsuru, motorlu taşıtların fosil yakıt bağımlılığını azaltmaktır. Elektro mobilite (e-Mobility), araçların ve filoların elektrik aktarma organları teknolojilerini, araç içi bilgileri ve iletişim teknolojileri ile bağlantılı altyapı kullanma konseptini temsil eder. Aktarma organı teknolojileri, tam elektrikli araçlar ve plug-in hibritler ile hidrojeni elektriğe dönüştüren hidrojen yakıt hücreli araçları içermektedir. Çevrecilerin petrolle çalışan arabaları azaltmak için verdiği çağdaş mücadeleye rağmen, Elektrikli Araçlar’ın (EV) icadı çok eskilere dayanmaktadır. EV’lerin ilk versiyonları 1830’larda Macaristan, Hollanda ve ABD’de inşa edilmiştir. Yirminci yüzyılın ilk on yılının sonunda, ABD’deki tüm araçların neredeyse üçte biri elektrikli araçlar oluşmaktaydı. Dahası, 1901’de Ferdinand Porsche tarafından hibrit bir araba bile icat edildi. Ford Model T’nin uygun fiyatlı bir ulaşım çözümü olarak sadece birkaç yıl içinde otomotiv sektörüne hakim olmasıyla EV dönemi sona erdi. Bugün ise, kamu ve özel sektör paydaşları büyük ölçüde politika, altyapı ve iş modellerine dayalı mevcut hareketlilik ve araç sahipliği kalıpları üzerine EV’lerin alımını teşvik ediyor.

WEF, 2018 yılında yayınlanan Akıllı şehirler için EV raporuna göre, 2050 yılına kadar, dünya nüfusunun yaklaşık %70’i kentsel alanlarda yaşayacaktır. Bu sebeple, “Mobilite ve Enerji”, sürdürülebilir yaşam koşullarını sağlayabilecek dönüşümün ikiz kulesi olarak göze çarpıyor. Bu iki unsur, şehirler için trafik problemlerini, hava kirliliğini artırmadan demografik ve ekonomik büyümeyi karşılamak için radikal uyarlamalar gerektirecektir. Fosil yakıtlı araçların (ICE), EV’lerle ikame edilmesi yoluyla ulaşımın elektrifikasyonu, daha temiz hareketlilik için ulusal ve yerel politikaların ana direğidir. Global olarak, 2019’da yayımlanan OECD ve non-OECD ülkerine ait emisyon değerleri iklim değişikliğini önlemek için EV’lere geçişin önemini göstermektedir.

Global olarak, yeşil ekonomi ve iklim değişikliği hedefleri doğrultusunda alınan kararlarla birlikte, EV’ler tüm dünyada, 2021’de bir önceki yılın iki katı olan 6 milyondan fazla satıldı. Bazı hükümet politikalarının son kullanıcıların leyhine değişmesiyle, bu araçlar büyük küresel pazarlarda yeni normal haline geldi. Bu durum, %21,7’lik bileşik yıllık büyüme oranı (CAGR) olarak göze çarpmaktadır. 2030 yılına kadar 8,1 milyon adetten 39,21 milyon adete çıkması bekleniyor. Avrupa Birliğine üye ülkelerde içten yanmalı motorlu araba satışının 2035’ten itibaren yasaklayacak bir yasa onaylandı. Ancak, Almanya ve İtalya gibi büyük Otomotiv OEM ve yan sanayi kuruluşlarının bulunduğu ülkeler, aşamalı geçişin zaman planı itibariyle riskli olduğunu da paylaşmaktadırlar. Amerika kıtasında özellikle Kaliforniya bölgesinde, yine 2035 yılı için aşamalı bir çıkış tarihi belirledi ve daha önce 17 eyalet, “Federal Temiz Hava” yasası uyarınca araç standartlarını Kaliforniya’ya bağladı. 2020’de elektrikli araç payını %50’yi aşan zengin İskandinav ülkesi olarak bilinen Norveç, geçtiğimiz yıl e-mobiliteye geçişini sürdürdü.

McKinsey (Kasım, 2021) raporuna göre, Türkiye en gelişmiş mobilite ekosistemlerinden birisidir. Bu duruma neden olan en temel unsur; ülke nüfusunun büyük çoğunluğunun şehirlerde yaşaması. Yaklaşık 80 şehir ve kırsal alan, toplam kişi başına düşen seyahat kilometresi (PMT) ülke nüfusunun yaklaşık %80’ini oluştururken, çevre şehirler ve kırsal alanlar en büyük paya sahiptir. Türkiye’deki toplam adreslenebilir mobilite pazarı (TAM), yaklaşık 55 ila 65 milyar dolar değerindedir.

Dünya araç üretim performansına göre Türkiye, Avrupa’da 4. (binek otomobil: 6; ticari araç: 2) ve dünyada 14. (binek otomobil: 15; ticari araç: 9) sırada bulunmaktadır. Özellikle bu durum araç satışlarına da yansımaktadır. Araştırmalara göre, Türkiye EV araçlarda, yıllık gelirin %19,22’lik bir büyüme oranı (CAGR 2023-2027) göstermesi ve bunun sonucunda 2027 yılına kadar tahmini pazar hacminin 502,20 milyon dolar olması bekleniyor. Üretim ve Satış süreçlerini destekleyen en büyük unsur ise, Otomotiv’deki Ar-Ge ve yan sanayinin e-mobilite alanında yaptığı yatırımlar ve çalışmaların olduğu söylenebilir.

EY 2021, “Mobility Industry Agenda” raporuna göre, Otomotiv sektöründe, e-mobilite Ar-Ge harcamaları 2010 yılından bu yana yıllık %19,6 artarak 2020 yılında 3,5 milyar TL’yi aşmıştır. Otomotiv sektöründe Ar-Ge harcamaları, imalat sanayi dahil olmak üzere, toplam Ar-Ge harcamalarının %17’sini, tüm Ar-Ge harcamalarının ise %10’unu oluşturmaktadır. Bu bağlamda, yeni bir e-mobilite çağı yükseliyor diyebiliriz. Dolayısıyla araç elektroniğinin dayanıklılığını ve güvenliğini geliştirme ihtiyacı da artıyor. Elektronik kontrol üniteleri (ECU’ler), body kontrol üniteleri, telematik sistemler, araç içi gösterge ekranları (display sistemleri), araç içi eğlence sistemleri, elektrikli motor, batarya ve kuantum bilgisayar sistemleri, ideal performans özelliklerine ulaşmak için uyarlanabilir. Termal iletkenlik, daha kolay işleme, bir sonraki seviye dayanıklılık, korozyon direnci yüksek voltajlı sistemler için uygun yalıtım gibi iş süreçleri e-mobilitenin temel unsurlarını oluşturmaktadır. Bu ürünlerden, Kuantum bilgisayarlar, beynin modellenmesi, karbon ayak izi ve küresel ısınma üzerindeki etkisini anlama, hava durumu ve doğal felaketler hakkında tahminde bulunma gibi birçok gerçek hayat problemi; elektrikli araçlar, uçaklar gibi karmaşık sistemleri tasarlamanın döngü süresini azaltmaktadır. Diğer yandan doğal afetlerde, deprem gibi büyük ölçekli bir felaketin ardından, araçlar erken aşamalarda tepki ve iyileşme noktasında, çok önemli roller oynamaktadırlar. Afet müdahalesi ve kurtarma amaçlı, geleneksel yakıtla çalışan araçlar, yakıt kaynakları tükenmediği sürece afet yardımı sağlayabilir. Yakıt altyapısı öngörülebilir gelecek için kritik olmaya devam ederken, EV’lerin daha fazla benimsenmesi, bu gibi bir felaketten sonra araçlara enerji sağlamanın, daha çok esnekliğe bağlı olmaya başlayacağı anlamına geleceği söylenebilir.

 (*) Bu yazı için TESİD Üyesi DAIICHI’ye teşekkür ederiz.